4 Ağustos 2013 Pazar

OĞUL KATİLLİĞİ ÜZERİNE “BİR İNTİHAR EFSANESİ”

Sofokles’in Kral Oedipus tragedyasını neredeyse bilmeyen yoktur. Freud, psikanalitik açıdan ete kemiğe büründürdüğü ve daha sonra “Oedipus Kompleksi” olarak psikoloji literatürüne kazandırdığı kavramı bu tragedyadan oluşturmuştur. Freud’a göre “Oidipus Kompleksi”nde baba bir engeldir ve iğdiş edilme korkusu taşıyan ergen için mutlak surette ortadan kaldırılması gerekir. Bunun iki anlamı olabilir; oğul, babadan iktidarını devralacak tek haleftir ve bu iktidar devri bir an önce gerçekleşmelidir. Erkek çocuğunun anneye yaklaşımı da bütün bu paradoksun en can alıcı noktasını oluşturur; kimin mutlak şekilde anneye hâkim olacağı, iktidarın gerçek sahibini de belirleyecektir.
Yirminci yüzyılda, birçok edebiyatçı tarafından sıkça kullanılan bir imge olan baba katilliğinin belki de en güzel örneğini Karamazov Kardeşler’de görürüz. Aslında kitapta, baba oğul arasındaki gerilimi, İvan’ın babasının ölümünü arzulaması olarak okumak daha sağlıklı olur. Bu olgu ile ilgili olarak Freud’un, Karamazov Kardeşler için kaleme aldığı ve baba katilliği üzerine duran psikanalitik çözümlemesi oldukça ilginçtir. Bu çözümleme aynı zamanda “Oidipus Kompleksi”nin nereye kadar varabileceğini de gösterir. Babasını öldüren oğul imgesi üzerine duran antik söylence, Sigmund Freud’da “karşı cins ebeveyne olan ilgi ”, Jacguas Lacan’da “simgesel yasa,” gibi tanımsal yaklaşımlarla sıklıkla kullanılmıştır. Yazılan onca makale, roman, öykü ve şiire bakınca “baba düşmanlığı" anlaşılır bir mevzu olarak hep bir kenarda durur. Asıl soru bu kadim ve kökleri çok derinlerde düşmanlığı tersinden deneyimlemenin mümkün olup olamayacağıdır: Oğul katilliği.
Babanın oğlunu öldürmek istemesi ya da ölümünü arzulaması psikoz mu, nevroz mu, şizofreni mi yoksa psikopatolojisi başka nedene dayanan bir hastalık mı kestirmek güç. Bunun için şu da söylenebilir belki; sağlıklı insanlarda da görülebilir. Bu tip durumları psikolojik birtakım nedenlere dayandırmak, hastalık olarak görmek konuyu fazla hafife almak olabileceği gibi sağlıklı ve istemli bir davranış olduğu yönünde kanaat geliştirmek de işleri oldukça karmaşıklaştırabilir. Bunun hastalık olmadığını düşünerek bir metin kaleme almak, ortaya oldukça ilginç bir metnin ortaya çıkmasına neden olur. David Vann’ın Bir İntihar Efsanesi[1] isimli kitabındaki Sukkwan Adası isimli uzun öykü, tam da bu doğrultuda kurgulanmıştır. 
Sukkwan Adası, arkaik yapısında bir mitosun yer aldığı, baba ve oğula dair oldukça sert bir öykü. Öykü, babanın zihninden ve geriye dönüşlerle bir ailenin geçmişine adım adım yapılan yolculuklar bütünü olarak da okunabilir. Oğluyla aralarındaki ilişkisinde doğru gitmeyen bir şeyleri fark eden baba, eski eşinden izin alıp oğlunu Sukkwan Adasına getirir. Öykü, bir baba ile oğulun arasında tam da olması gerektiği şekilde başlar; baba bir masal anlatır oğluna, oğul da merakla dinler. Akabinde işler hiç de arzu edilen şekilde gelişmez, her gece babasının hıçkırıklarıyla uyanan oğul (Roy), babasının (Jim) ağlamalarına bir anlam veremez önce, ardından aralarında yaşanan bir takım “sessiz” olaylar onları içinden çıkılmaz bir ruh halinin içerisine hapseder.
Roy çatı tonozuna bakıyor, yer döşemesi altında sertleşiyordu. Düşünceler zihninde kayarken dalar gibi oldu nihayet, fakat yine uyandı, çünkü babasının sessizce ağladığını fark etmişti, boğuk ağlama sesleri geliyordu. Oda çok küçüktü, Roy duymamış gibi mi yapması gerektiğini bilemedi, yine de öyle yaptı ve bir saat kadar daha uyanık yattı, babası hala ağlamayı kesmemişti ama Roy’un gözünden uyku akıyordu. Babasını artık duymaz oldu ve uyuyakaldı.
Roy’un henüz ergen çağında olduğu düşünülürse eğer, zihninin birçok nevrozla örülmesi anlaşılır olabilir. Fakat babanın durumunu bu şekilde izah etmek pek mümkün görünmüyor. Babanın oğluyla kurduğu ilişkideki “temsili” rolü, iktidarını kaybetmiş bir kişinin yaşadığı psikolojik savrulmalar olarak karşımıza çıkar. Roy için her şeyin başlangıcı olan bu durumun baba için bir evveliyatı olduğunu adım adım fark ederiz bu nedenle. Öncesinde, Roy’un merakla dinlediği masalın bir yerinde şunları söyler baba: 
Sonra insan geldi, dünyanın kenarlarına çömeldi; insan kıllı, aptal ve zayıftı, insan çoğaldıkça çoğaldı, insan bekleye bekleye öyle çok, öyle sapkın, öyle tehlikeli bir hale geldi ki, dünyanın kenarları eğilip bükülmeye başladı. Dünyanın kenarları yavaş yavaş aşağı doğru kıvrılmaya başladı; erkek, kadın, çocuk dünyanın üzerinde kalabilmek için birbirinin tepesine biniyor, birbirinin sırtındaki tüylere asılıyordu.
Bu sözlerden babanın kendi hikâyesine odaklandığı görülebilir; kastettiği dünya zımni de olsa kendi dünyasıdır çünkü. Her ne kadar, insanın kökenine, evrimine dair bir gönderme varsa da aslında baba kendi yıkılan dünyasından, ayakta kalmanın zorluğundan bahseder. Öykünün ilerleyen bölümlerinde, babanın kaybettiği savaşın tam da bu savaş olduğunu anlarız. Bu güçlü olanın ayakta kaldığı doğal seçilimin (doğal seleksiyon) ta kendisidir. Dolayısıyla bu noktada babanın içerisinde bulunduğu ruh hali, “erkekliğini- iktidarını” yitirmiş bir adamın gerçekliği olarak da okunabilir. Baba, boşandığı eşinin gözünde neyse, tam da kendini o noktada konumlandırmıştır; o işe yaramaz biridir artık. Annemle evlendiğinde, her şey cehennemin dibini mi boyladı yani? Roy, farkında olmadan babasının durumunu özetler. İşte tam da bu noktada babanın var olma savaşı başlar, baba her şeyden önce yitirdiği iktidarını onarmak için bir savaşa tutuşur. Fakat bunu yaparken bir başlangıç yapması icap eder ki bu başlangıç da oğlundan başkası değildir.  Dolayısıyla baba, her fırsatta oğluna hayatın zorluklarıyla mücadele etmekten bahseder, adaya gelişlerinin bir nedeni de budur. Ada doğaya dönüş, kendini yeniden onarma, yalnızlık sembolü ve acımasız dünyanın insanı sürüklediği çetin savaşın da bir karşılığıdır. Nitekim adadaki doğal yaşama ilişkin çetin koşullar, hayatta kalmanın zorluğu olarak yorumlanabilecek alegorik bir okumaya da imada bulunur. Baba, savaşını bu ada üzerinde verecek, yitirdiği iktidarını tekrar kazanmaya çalışacaktır. Fromm’un, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri isimli eserinde “Esrik Yıkıcılık” bölümü için kaleme aldığı sözler, sanki babanın adaya neden geldiğinin bir özeti gibi duruyor.
Güçsüzlüğünün ve soyutlanmışlığının ayırdında olmaktan acı çeken insan, kendinden geçme durumuna benzeyen bir esrime (“vecde gelme”) durumu gerçekleştirerek varoluşsal yükünü omuzlarından atmaya, böylece de kendi içinde birliğe ve doğayla birliğe yeniden ulaşmaya çabalayabilir.[2]
Böylelikle gelecek kadar koca bir geçmiş de onarılacaktır. Hatırlanırsa “Oedipus kompleksi”nde oğul, babasını öldürür ve onu iktidarından eder, kralın karısına (annesine) sahip olur. Burada ise tam tersi olur. Baba bir yandan yitirdiği iktidarını oğlu üzerinden geri kazanmaya çalışırken diğer taraftan kaybettiği eşine yeniden kavuşmaya çalışır. Bu noktada şunu belirtmekte fayda var: Eski eşi ya da sevgilisine kavuşmaktan kasıt onların üzerinde yitirdiği iktidarını tekrar onarmaktır. Tanrı kadar güçlü olduğu zamana, erkini herkese gösterebildiği geçmişe tekrar dönebilmektir amacı. Mutlak denetim arzusu, Tanrısal bir buyruk gibi babayı içten içe zorlar oğluna karşı. Babanın oğlu üzerinden bir güç hesaplaşmasına gitmesinin nedeni kendini ispatlamaktan başka bir şey değildir o nedenle. Dolayısıyla metindeki geriye dönüşlerin aileye, özellikle babanın eski eşine odaklı anlatılmasında bu durumun büyükçe payı olduğunu söylemek olası. Hikâyenin bir bölümünde baba oğluna ironik bir dille kadınlardan bahseder.
Bak, dedi babası. Erkek sadece kadının eklentisidir. Kadın tek başına tamdır zaten ve erkeğe ihtiyacı yoktur. Ama erkeğin ona ihtiyacı vardır. O yüzden kararları kadın verir. Fakat kuralların hiçbir anlamı yoktur, çünkü kurallar durmadan değişir. Kurallara karar veren de yine kadındır zaten.
Burada söz konusu olan babadır, onun hayat içerisindeki yokluğudur aslında. Ne kadar bir kadından bahsediliyorsa da, babanın asıl vurguladığı, erkeğin kadın olmadan bir hiç olduğuna dair gerçek dışılığın anlamsızlığıdır. Bunu da devamında oğluna söylediği sözlerinden anlarız; Kadınların kurallarına öyle alışmışsın ki, anlamlı olduklarını sanıyorsun.
Baba ve oğul arasındaki bu ilişki zaman geçtikçe birbirine zıt bir gerilimi de beraberinde getirir. Baba, oğlunun yokluğu düşüncesi üzerinden kendini onarmaya çalışırken, oğul, babası üzerinden bir kimlik bunalımı yaşamaya başlar. Adım adım bir oğulun gözünden yitirilen bir babanın, bir çocuğun zihninde yarattığı korkuyu ve travmayı görürüz. Baba oğlundan kaçar, oğul onu ısrarla takip eder. Roy’un ergenliğe yeni girdiği düşünüldüğü vakit, babaya olan ilgisinin zıt birtakım duygular üzerine kurulması anlaşılır gibi. Bir taraftan babayı izleme telaşı, diğer taraftan onu kendisi için bir tehdit olarak görme korkusu. Aynı şey baba için de geçerlidir, kâh oğlundan kurtulma telaşı kâh onu koruma duygusu içi içe geçmeye başlar. Bundan sonra olanlar anlatılamayacak kadar karmaşık. Bu karışık ruh hali her ikisini de kontrolüne almaya başlar. Metnin devamındaki karşılıklı gerilim birbirlerine olan mesafelerini olumsuz yönde açmaya başlar. Artık her şey oldukça açıktır. Baba oğlundan kurtulmak istiyordur. Nitekim metnin neredeyse her bölümünde bunun izlerine rastlarız. Adadaki kulübelerine saldıran ayıyı bulup öldürmek için yirmi dört saati aşkın bir süre evden ayrılan baba döndüğünde, sanki ayının tekrar kulübeye dönmesini arzuladığını hissettirir. Belli ki baba, düşündüğü şeyi doğanın yıkıcı tabiatına, adanın acımasız koşullarına bırakmak istemektedir. Tıpkı kendisinin elendiği gibi oğlunun da benzer bir şekilde elenmesini istemektedir. Yine benzer bir durumu baba sisli havada dener.
Roy babasına yetişmek, onu gözden kaybetmemek için çabalıyordu. Bir an için bile gözden kaybedecek olursa, babasının sesini asla duymaz, Roy kaybolur ve yolunu asla bulamazdı. Önünden giden siyah gölgeye bakarken, uzun zamandır hissettiğinin bu olduğunu fark etti, babası onun önünde giden hayalî bir varlık gibiydi, bir an için başka tarafa bakacak olsa, unutsa ya da yeterince hızlı takip edemese veya onunla olmak için gayret göstermese, babası ortadan kaybolacak gibiydi, onu orada tutan tek şey Roy’un gayretiydi sanki. Roy gittikçe daha çok korkuyordu, yorulmuştu, artık devam edemeyeceğini hissediyor ve kendisi için üzülüyordu, kendi kendine bu kaldıramayacağım kadar ağır bir yük, diyordu.
Yukarıdaki pasaj Roy için oldukça açıktır. Bu aynı zamanda babanın yapmak istediği şey için, Roy’un rıza gösterdiği bir başlangıçtır. Oğul, babanın arzuladığı şeyin ne olduğunu anlar, istemeden de olsa babanın bu kaotik ruh haline teslim olur. Baskıcı yetkeye karşı başkaldırının imkansızlığını Erich Fromm, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri isimli yapıtında şu sözlerle ifade eder: Bana kalırsa, “Oedipus nefreti” nin yıkıcılığa katkısı, göreceli olarak azdır. Çocuk babasının hakkından gelemediği için, ondan korkar. Özgül olarak, babasının onu, küçük rakibini, hadım edeceğinden korkar. Bu “hadım edilme korkusu”, çocuğun annesine duyduğu cinsel arzulardan vazgeçmesini sağlar.[3]
Babanın, Roy ile konuşurken söylediği şu sözler onu kimsenin tutamayacağına dair bir manifesto gibi okunabilir. Mesela ben dinsizim ama aslında dine inanmaya ihtiyacım olduğunu düşündüm. Babanın bu sözleri belki de İsmail ve İbrahim peygamberlerin kıssasına bir göndermedir. Baba, Tanrı’nın İsmail’i kurtardığını bilir. Peki, tanrısız bir adamın elinden kurban edilecek bir oğlu kim kurtarabilir? Belli ki baba da içten içe kendiyle bir savaş halindedir. Tanrı tarafından kurtarılacak bir oğul aynı zamanda kendisinin de kurtuluşu olabilir belki. Fakat işler babanın istediği gibi gitmez, hatta oğlu ondan nefret etmeye başlar. Bu bile babanın vicdani açıdan kayıtsızlığı için yeterli bir nedene dönüşebilir artık; Roy, Sadece ondan nefret ediyor ve korkuyordu. Nitekim kısa bir süre sonra baba, elinde horozu çekilmiş silahını oğlunun eline tutuşturur. Baba, silahını oğluna verip odadan çıkmadan önce, telsizde eski sevgilisinin sözleri duyulur: Jim? dedi Rhoda telsizden. Bunu bana yapma, seni alçak herif. Roy odada olduğu için baba rahat bir görüşme yapamaz, babasının sıkıntılı davranışlarından odada olmaması gerektiğini anlar. Baba aniden telsizin başından kalkar ve odayı terk eder. Roy elindeki silahla ne yapacağını bilemeyen bir çaresizlikle odanın ortasında kalakalır. Sonrasındaysa babasının yaşadığı bu travmatik durumdan kendini sorumlu tutar ve intihar eder. Roy’un ergenlik çağında olduğunu biliriz, dolayısıyla içerisinde bulunduğu ruh hali, onun kendini tanımadığını göstermesi açısından anlaşılır bir olgu olarak karşımızda durduğu söylenebilir.
Baba, içeriden gelen silah sesinin kayıtsızlığıyla yoluna devam eder. Roy’un geçirdiği değişimler olduğunu bilemezdi, Roy’un geçirdiği değişimleri hiç anlamamıştı, şimdi hatırlayınca, Roy’un aslında yıllardır hayatından çıkmış olduğunu anlıyordu. Düşünsel açıdan yıllar önce yitirdiği oğlunu bir de fiziksel açıdan kaybetmiş, kurban adanmış, bedel ödenmiştir. Bundan sonra yapılması gereken tek şey bu durumu eski eşine izah etmek olacaktır. Baba iktidarını devralacak, tekrardan var olacaktır. Oğlunun ölümünden suçluluk duymaya başlasa da, eski eşine ne söyleyeceğine dair duyduğu kaygı daha çok öne çıkar. Gerçek olmayan bir güç yitimi gerçek olmayan bir ölüme teslim olur. Her düşünce, her duygu, her kelime ve gördüğü her şey yapaydı sanki, deforme olmuş oğlu bile. Önünde ölü yatan oğlu bile yeterince gerçek değil gibiydi.
Baba oğlunun ölümünden sonra, psikopatolojik bir ruh haline bürünür, bir ölü sevici gibi davranmaya başlar. Oğlu yaşarken göstermediği ihtimamı ölünce göstermeye başlar. Adada uzunca bir süre oğlunun cesediyle dolaşır. Ceset çürümeye başlamasına rağmen baba yanından ayırmaz. Gerçekliğin bu bulanık hali, babanın şizofrenik gelgitleriyle garip bir yüz yıl karmaşasıyla birleşir sonunda. Dağılmış bir aile, ölmüş bir oğul, çıldırmış bir baba, gerçekliğini yitirmiş bir yüzyılın sonunda insanlara kalan tek miras olarak bir kenarda durur. 
 
 

[1] Öyküden yapılacak alıntılar adı geçen kaynaktandır: David Vann, Bir İntihar Efsanesi, Çeviren: Esra Birkan, (İstanbul: Can Yayınları)
[2] Erich Fromm, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, Çeviren: Şükrü Alpagut, (İstanbul: Payel Yayınları) 2. Basım, cilt 2, sayfa. 15
[3]a.g.e. Sayfa: 120

Güncel

Yakında bir romanla edebiyat okurunun karşısında olacağım. Romanla ilgili gelişmeleri buradan takip edebilirsiniz.
Blogger tarafından desteklenmektedir.
 
 

Tasarım

Tasarım Nur-İş | Kodlama Cin Fikir | Güncelleme Yazılım