4 Ağustos 2013 Pazar

GÖKYÜZÜNÜN ALTINDAKİ HUZURSUZLUK

Polisiye severlerin yakından tanıdığı Henning Mankell, Pekin’den Gelen Adam romanında “iktidarın gözü”nü anlatıyor. Pekin’in ortasında, bir gökdelen ve oradan bütün Çin’i izleme-gözetleme şansına sahip bir seçkinin, Ya Ru’nun etrafında dönüyor bütün kitap.

PEKİN’DEN GELEN ADAM, HENNING MANKELL, ÇEV.: ZEYNEP HEYZEN ATEŞ, ALTIN KİTAPLAR, 512 SAYFA, 25 TL


 

18.yüzyılın sonunda, ünlü İngiliz ceza hukukçusu Jeremy Bentham, “iktidarın gözü”nü meydana getirdi. Bentham’ın geliştirdiği “Penoptique” denen yapı, 19. yüzyılın ortasından itibaren hapishanelerin yapım projelerinin önemli bir parçasına dönüştü. Penoptique’in kuralı şuydu: Ortada bir kule, etrafında daire şeklindeki kalın duvarlardan müteşekkil bir yapı, bu yapının içerisinde de belirli aralıklara sahip hücrelerle çevrili bir cezaevi olacaktı. Kulenin tepesinde ise güçlü aydınlatma kurulacak ve her hücre istendiği zaman izlenebilecekti.

Bentham’ın tasarladığı yapıyı düşününce, şunu tahmin etmekte güçlük çekmiyor insan; o aydınlatmanın arkasındaki şanslı göz, “görünmeden görme şansına sahip” kişidir şüphesiz. Gerçekte bu kişi kimdir diye bir soru sorulması durumunda, verilecek cevap hazırdır böylelikle: “İktidarın gözü.”

Henning Mankell, Pekin’den Gelen Adam romanında “iktidarın gözünü” metninin sonuna yerleştiriyor. Pekin’in ortasında, bir gökdelen ve oradan bütün Çin’i izleme-gözetleme şansına sahip bir seçkinin, Ya Ru’nun etrafında dönüyor bütün anlatı.

Sömürülenlerin kayıp yaşamları

Roman, parçalı bir yapıyla bizi adım adım bir tepegözün içerisindeki bakışa ve o bakışın öfkesine odaklıyor. Her ne kadar roman bir toplu katliamla başlasa ve sonrasında cinayetlerin niçin olabileceği konusu olayla ilgisi olmayan bir yargıç tarafından (Birgitta Roslin) araştırılsa da, metnin asıl odağı birtakım tarihsel olaylardan ibaret. Nitekim cinayetin sır perdesinin aralanması için gösterilen çaba, bizi yüz elli yıllık bir ezen-ezilen paradoksuna götürüyor. Dünyanın ezilen, sömürülen insanlarının kaybolan yaşamlarına yöneliyor kitap. Yazarın bu minvalde özellikle odaklandığı nokta, bir zamanlar ABD’ye kaçırılan ve ölesiye çalıştırılan Çinlilerin, neden bugün dünyanın bir başka yerinde, ezen bir iktidarın acımasız gözüne dönüştükleri sorusuna bağlanıyor. Nitekim Ya Ru’nun Mozambik’e, ülkesinin de desteği ile yapmayı düşündüğü yatırımların maksadını anlayan dedektif Hong Şiu (Ya Ru’un kız kardeşi) bir trafik kazasında şüpheli bir şekilde ölür.

Tam da bu noktada yazar, okuyucuyu bu meselelerin yaşam bulduğu, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin kalbinde cereyan eden iktidar kavgasına götürüyor. Bir vakitler ezdikleri-sömürdükleri toplumlardan çıkan insanların, içlerinde taşıdıkları kinlerini nasıl unutamadıklarını, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen neden intikam zamanını beklemekten vazgeçmediklerini oldukça akıcı bir üslupla anlatıyor.

Henning Mankell, romanın giriş bölümünde anlattığı ve toplu katliama dönüşen cinayetin bir benzerinin; yakın zamanda Norveç’te yaşanan ve ilk anda tek şüphelinin Müslümanlar olarak öne çıktığı, ancak sonrasında bir Norveçli aşırı sağcının yaptığının anlaşıldığı Breivik katliamının yaşanacağını bilmeden eserini tamamladı. Ama bunu, bir gün benzer bir olayla karşılaşacağını öngörerek yazdığını söylemek, herhalde yanlış bir tespit olmaz. Nitekim kitabın birçok bölümünde geçen olayların nedenlerine bakınca, yazarın, bizi bugünün şiddetini doğuran nedenlere ulaştırdığını, oradan da geleceğin kaotik karmaşasına odakladığını söyleyebiliriz.

Politik arka plan

Thomas Moore’un Ütopya’sı, Cam-panella’nın Güneş Ülkesi, Francis Bacon’ın Yeni Atlantis’indeki dünya, nedensiz değildi. Ne ki insan elinin değdiği her şeye bulaşan hırs, insanların çektiği acıların yanında, çağları da esareti altına aldı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı da bu insani hırslar nedeniyle değil miydi? Şunu biliyoruz ki, bugün artık dünyanın küçük bir kasabasında yaşanan bir olay, insanların ortak meselesine dönüşebiliyor. Herkes birbirinin acısına ortak olabildiği gibi, birbirinin acısına da dönüşebiliyor. Dünyayı bu kadar küçülten, yaşanan insani dramları birbirine bu kadar yaklaştıran devasa gelişim, aynı zamanda ortak bir bilincin, ortak bir hafızanın da çağrısına dönüşüyor. Mankell’in, Pekin’den Gelen Adam romanıyla bunu yapmaya çalıştığını söylemek yerinde olur sanırım.

Pekin’den Gelen Adam’ın edebi yönden çok güçlü olduğunu söylemek zor. Mekânlara dair geçişler, yer yer savruk olmakla beraber, yazarın çizdiği politik arka plan ve ortaya koyduğu eleştirel yaklaşım açısından oldukça etkileyici bir roman. Pekin’den Gelen Adam, bir cinayet romanı olarak okunabileceği gibi, ezenlerin haksızlıklarına odaklanan politik bir roman olarak da okunabilir.

 
 
 
Kitap Zamanı, Sayı: 73

Güncel

Yakında bir romanla edebiyat okurunun karşısında olacağım. Romanla ilgili gelişmeleri buradan takip edebilirsiniz.
Blogger tarafından desteklenmektedir.
 
 

Tasarım

Tasarım Nur-İş | Kodlama Cin Fikir | Güncelleme Yazılım